6 Mart 2009 Cuma

Trevanian-Katya'nın Yazı

Montrean ikinci dünya savaşına katıldıktan sonra doktorluk yaptığı kasabaya geri dönen ve çalışmaya devam eden bir genç. Hayatı bir yaz çalıştığı kasabada karşılaştığı bir aileyle biraz karışır.

Kırlarda dolaşırken kardeşinin bisikletten düşüp ayağını incitmesine sebep olan Katya, onu tedavi için kardeşinin yanına götürür. Bu tedavinin peşisıra Katya'nın etrafta gördüğü kalıplaşmış kız tiplerinden farklı olduğunu sezen Montrean, ona ilgi duymaya başlar. Aralarındaki yakınlık Montrean'ın Katya'nın ikizi Paul ve babası tarafından da sık sık eve çaya davet etmesiyle körüklenir. Ancak Katya'nın ve Montrean'ın birbirlerine ilgileri arttıkça Paul'ün davranışları sertleşmekte, Montrean ise buna bir anlam verememektedir. Bir gece Montrean duygularını daha fazla gizleyemez ve Katya'ya ilan eder. Ardından onu öper ve bunu gören Paul kasabadan taşınma kararı alır.

Bir gece Paul, Montrean’ı yanına çağırarak tehditkar bir üslupla, taşınana kadar kendilerine ziyarete gelebileceğini söyler. Ancak şartı Katya ile fazla yalnız kalmaması ve ona elini sürmemesidir. Montrean bu konuşmada Katya’nın kendisini sevdiğini ve gitmek istemediğini, Paul’un neden karıştığını anlayamadığını söyleyerek bunun nedenini öğrenmeye çalışır ancak bir cevap alamaz.

Bu sırada Montrean'ın yanında çalıştığı Dr. Gros, bir gezi esnasında Katya'nın babasının bir adam vurduğunu, bu yüzden de kaçtıklarını öğrenerek bunu Montrean'a anlatır. Montrean da bunun üzerine Paul'le konuşup onu kaçışın çözüm olmayacağına ikna etmek ister, fakat bu konuşmadan pek bir sonuç elde edemez.Bundan sonra ailenin fertleri ilginç şekillerde ölü bulunur.

Bu cinayetleri işleyenin kim olduğunu ve aile fertlerinin neden öldürüldüğünü anlayana kadar epey tahmin yürütüyor ama kitabın sonunda tahminlerinizin hiç tutmadığının farkına vararak şaşırıyorsunuz.

Kitap sıradan bir şekilde başlayıp gitgide merak uyandıran bir şekilde yazılmış. Önceleri bu kitap hiç ilerlemeyecek mi bunlar böyle dağda bayırda gezip ilan-ı aşk edip ailenin ilişkiyi onaylamasını mı bekleyecekler diye düşünürken olaylar gerçekten heyecan uyandırıcı bir hal almaya başlıyor. İnsanı gerçekten şaşırtan bir sonla da kitaba nokta konuluyor.

Zaten kitabın yazarı Trevanian da oldukça gizemli biri. Trevanian takma adı. Yakın algılama yeteneği olduğundan hayatı boyunca hiç fotoğrafı çekilememiş. 74 yaşında bir akciğer rahatsızlığından ölen yazarın mezarının yeri de bilinmiyor. Bir müze, kitabında tarif ettiği şekilde soyulduğu için, o bölüm kitaptan çıkarılmış. Yine cinsel tekniklerden bahseden bir bölüm, uygulanışının bazı bünyelere zararlı olabileceği düşünülerek sonradan sansürlenmiş. Ayrıca insan vücudunda bir noktaya, yöntemine uygun şekilde bastırıldığında, otopside anlaşılmayacak bir ölümü gerçekleştirebilecek bazı tekniklerin ayrıntılarına kitaplarda girilmediği bizzat yayıncısı tarafından Şibumi'de belirtiliyor.

Cevdet Bey ve Oğulları-Orhan Pamuk

Dördüncü sınıftaydım, çok kitap okuduğum ve evdekileri de bitirdiğim için sağdan soldan kitap dileniyordum. O sıralar muhtemelen lisede olan dayımın oğlu da bana Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ını verdi. Uğraştım, didindim olmadı, bir türlü ilerlemedi kitap, elli sayfa kadar okuyup sıkılarak geri verdim kitabı. O gün bugündür de elime Orhan Pamuk'un herhangi bir kitabını almıyordum. Ta ki hayatımın sevinci Sevinç hocanın "Cevdet Bey ve Oğulları"nı bana tavsiye edişine kadar. Dördüncü sınıftan kalma bir önyargıyla kitabı elime alıp ilk sayfayı okuduğumda içimden bir ses bu kitabın çabuk biteceğini söyledi. Yanılmadı da içimdeki ses. Kitap bitiverdi.

Cevdet Bey zamanının nadir Müslüman tüccarlarından. Bu yüzden ne gayrimüslim tüccarlar tarafından tam olarak benimseniyor, ne de Müslümanlar onun bir tüccar olabilmesini kabullenebiliyor.Cevdet'in yegane hayali büyük ve güzel bir evin içinde kurulmuş saat gibi işleyen bir aile hayatı. Bu hayal yüzünden abisi Nusret'in alaylarına de hep tahammül etmek durumunda kalıyor. Nusret bir aile hayatı kuramamış, Avrupa'ya okumaya gidip geldikten sonra da devrimci bir düşünce tarzını benimsemiş bir adam olarak heyecanlı ve düşünsel açıdan zengin bir hayatı benimsemekle birlikte, çok fazla içtiğinden bu hayatı ne kadar yaşayabildiği şüpheli biri. Hayatı algılyış biçimi sebebiyle de Cevdet Bey'le sık sık alay ediyor.

Cevdet bu aile hayatına adımını atmak için bir paşa kızı olan Nigan'la evlenip Nişantaşı'nda aldığı eve yerleşiyor ve o çok istediği aile hayatına böylelikle adım atıyor.

Kitap Cevdet Bey'i,oğulları Osman ve Refik'i ve onların çocuklarını anlatıyor. Üç kuşağın yaşadıklarını, görüp geçirdiklerini, hayata bakışlarını, hayatın anlamını arayışlarını...Ortak soru yıllar geçse de değişmemiş aslında. Yaptığımın bir anlamı var mı? Yaptığımı yaparak hayatıma ne katıyorum? Yaptığımın yaşadığım yere ve insanlara faydası var mı? Hayatım hep bu yönde mi ilerleyecek? Peki geri dönüp baktığımda ne göreceğim? Nasıl hatırlanacağım? Ve daha insanın benlik kaygısına ilişkin çıkarılabilecek bir yığın soru...

Romandaki karakterlerden Refik'le özdeşleştirdim kendimi herhalde. O da benim gibi. Sürekli uymadığı programlar yapıyor, programını uygulamaya başlasa da bir müddet sonra "ne olacak, neye yarayacak bunlar?" sorularıyla yapılan program rafa kalkıyor. Refik'in oğlu Ahmet'te de benzer bir kaygı var.

Ama kitapta sadece erkekler düşünüyor. Kadınlar genelde o gün yenecek yemekle, Avrupa seyahatleriyle, çocuklarla, kıyafetlerle, düğün ve nişan törenleriyle, eve alınacak eşyalarla ilgili görünüyorlar.Yalnızca kitabın sonlarına doğru Cevdet Bey'in torunu Ahmet'in kız arkadaşı İlknur'un fikirleri varmış gibi görünüyor. Bu açıdan biraz eleştirilebilse de kitap genel olarak insanı sıkmayan, su gibi akıp giden ve benim gibi bir atalet duygusu içinde olan insanların kafasına malum soruları tekrar tekrar kakan ve çakan bir kitap. En azından benim Orhan Pamuk'a duyduğum önyargıyı kırmamı sağladı.

1 Mart 2009 Pazar

Baba ve Piç-Elif Şafak

Elif Şafak'ın üç kitabını okudum. Kitaplarında en çok hoşuma giden şey, bir sürü farklı unsuru sonunda tek noktada başarılı bir biçimde birleştirmesi. Siyah Süt'te içindeki kişilikleri, Bit Palas'ta bir apartmanın sakinlerini ortak bir noktada buluşturmuştu. Baba ve Piç'te ise bir Ermeni aileyle bir Türk aileyi ilginç noktalarda buluşturmayı başarmış.

kitabın öncelikle kapağı çarpıyor insanı. gerçekten etkileyici bir tasarım olmuş. İlk görüşte "hönk" dedim ama kitabı okuyunca daha uygun bir kapak olamazdı diye düşündüm.

Müslüman-Türk Kazancı ailesiyle Ermeni asıllı Amerikalı Çakmakçıyanların 90 yıla yayılan iç içe öykülerinin anlatıldığı kitapta iki ailenin iki kızı var başrolde. biri Asya, biri Armanuş. Kitabın piçi yani en suçsuz kahraman: Asya.Asya'nın ailesinde ilginç bir özellik var. Ailenin erkekleri yaşamıyor. Hiçbiri kırkını görmemiş neredeyse. Bir tek ailenin küçük oğlu Mustafa var. Anne el üstünde tutuyor onu ama o da alıp başını Amerika'ya göçüyor. İşte Çakmakcıyan ailesiyle kesişmeleri de bu noktada oluyor. Markette alışveriş yapan, Çakmakcıyan Ailesinin eski gelini Rose'la karşılaşan utangaç, çekingen Mustafa Rose'la bir evlilik yapıyor ve böylece Rose'un Ermeni bir babadan olma kızı Armanuş'un da üvey babası oluyor.
Armanuş ise baba tarafının yoğun milliyetçi telkinleriyle yetişmiş bir kız. Annesi ise Ermeni kimliğinden hiç hazzetmediği için kızını adıyla değil Amy diye çağırıyor.
İki taraf arasında kalan Armanuş, kimliğini netleştirmek için, geçmişini bilinçli şekilde öğrenmek için, Türkiye'ye gitmeye karar veriyor ve bunun için de ailesinden gizli üvey babası Mustafa'nın ailesiyle irtibat kuruyor.
Önceleri bu misafirden hoşlanmayan Asya'yla zaman içinde çok yakınlaşan Armanuş'un en büyük farkı birinin geçmişini gömmek, diğerinin ise aydınlatmak istemesi. Asya geçmişini öğrenmeye hiç meraklı değil. Piç olarak adlandırılması, ona geçmişin sadece hatırlanmak istenmeyen olaylarla örülü olduğunu düşündürdüğünden geçmişi hiç anmayan ve anmak istemeyen biri. Annesiyle bu konuda hiç konuşmamışlar. Zaten annesi oldukça ilginç bir kadın. Annesine de anne değil teyze diye hitap ediyor. Annede anneliği kaldırabilecek bir yapı olmadığından belki.
Hikayenin sonu gerçekten oldukça ilginç. Bir bağlantı da Armanuş'un babaannesiyle Asya'nın dedesi arasında kuruluyor.
Kitaptaki kurgu gayet iyiydi, ama kişilerin hayatlarının birbirine bir şekilde bağlanması bana 'Crash' filmini hatırlattı. Türk-Ermeni olaylarına da sanırım tek yönden bakmamaya çalışmış, sadece bir tarafın değil her iki tarafın da canının yandığını anlatmaya uğraşmış ama hangi tarafın kininin ne kadar kuvvetli olduğunu ve sonuçlarını tartışmayı herkesin yaptığı gibi ben de tarihçilere bırakayım bari. ama ermeni soykırımını desteklediği suçlamasının haksız olduğunu söylemem gerekiyor.
kitabın sonuna doğru sorulan '1915'te Şuşan yetim kalmasa 2005'te Asya diye bir piç olur muydu? ' sorusu gerçekten etkileyiciydi.
ben tavsiye ederim.