28 Eylül 2010 Salı

Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

Ne kitaptı ya Rabbim! Perşembe başladım, pazartesi bitti. Hikayenin çoğu yerinde ağladım ve isyan ettim. Çocuk tacizcilerine lanet okudum defalarca. İslam adına yemediği halt kalmayanlara... Afgan halkının yaşadıklarına ve hala yaşamakta olduklarına... Onlar gibi nice halkların yaşadıklarına, yaşattırılanlara... İnsanların milliyetlerini seçmeleri mümkünmüş gibi birbirlerini milliyetleri yüzünden ebedi mahkum edişlerine...
Emir ve Hasan'ın hikayesi bu. Kardeş gibi yanyana büyüyen, ama aralarındaki farkı karşılıklı sürekli fark eden iki çocuk. Tıpkı babaları gibi. Emir bir iş adamının oğlu, Hasan ise evin hizmetkarının.Emir bir Peştun, Hasan sevilmeyen bir etnik azınlıktan, bir Hazara. Sanki katliama gönüllü doğmuşlar, hizmetkarlığa gönüllü doğmuşlar. Ne kötülük yapılacak olsa cümle hazır:"Ne de olsa bir Hazara...Yalnızca bir Hazara."  Emir, Hasan ve kendisi için ne kadar korkaksa, Hasan ikisi için o kadar atılgan. Emir neyle sınamaya kalkışırsa kalksın, Hasan bütün sınavlara gönüllü tâbi. "Bin tane iste,senin için yakalayayım." diyor Hasan, kendisi için neye malolacağını bilemediği bir uçurtmanın peşinden koşarken. Dönüşü acı. Emir'in Hasan'ın yanında olamayışının karşılığında dilediği özrün biçimi de öyle. Ve Emir onun sadakatine verdiği karşılığın bedelini hayat boyu ödeyemiyor.
Kitabın üzerinden bir daha gözyaşlarıyla geçmeye çalışırken Mor ve Ötesi'nin şarkı sözü takılıyor kulağıma: "adalet yok ya, canımı yakar..." ilahi adalet var iyi ki. Kimse "bu sadece bir kitap" demesin ne olur. Nelerin yaşandığını bile bile gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıyoruz kalplerimiz dayanmadığı için. Bunları yaşayanlar ise kalbimizin dayanmadığı imgelerin asıllarına dayanmak zorunda...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Hayvan Çiftliği - George Orwell

George Orwell'in ikinci kitabını da iki günde okuyup kendisine bir kere daha hayran kaldıktan sonra diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. Hayvan Çiftliği, çiftliğin sahibine karşı bir ayaklanma başlatıp dizginleri ele geçiren bir grup hayvanın hikayesi. Bu hayvanların içinde en önde gelenler, ihtilalin beyin takımı ise domuzlar. İnsan zamanından kalma, kendilerini ezen ve üzen ne varsa hepsini  değiştiriyorlar. Ama zaman içinde çok çalışan ve orijinal fikirlere sahip domuzlardan biri başka bir domuz tarafından safdışı bırakılıyor ve işte bundan sonra darbeyi yapanların düşüklere benzeme süreci başlıyor. Eleştirilen şeyler yavaş yavaş normal görülmeye başlanıyor, karşı çıkanlar yok ediliyor, eskinin kuralları sürekli Başdomuz ve yardakçılarının isteğine göre revizyona uğrayarak eskiden beri öyleymiş gibi halka yani diğer hayvanlara anlatılarak kabullendiriliyor. Buna rağmen tüm gücünü sistemi korumaya adayanlar da var. İnsanların yönetiminde olmaktansa hür yaşadıklarını zannedenler, durumlarının insanların idaresinde olduğundan çok daha iyi olduğunu sanıp da Napoléon'un eskisinden daha baskıcı olduğunu fark edemeyenler "O ne derse doğrudur." mantığıyla hareket etmeye devam ediyorlar, kafalarındaki bir çok soru işaretine rağmen. Fakat sonları hiç de umdukları gibi, sadakatlerinin hak ettiği gibi olmuyor.
Altını çize çize okuduğum bir kitaptı gerçekten. Altını çize çize dediysem, öyle her aforizmatik cümleyi çizmedim. Çizdiğim cümleler hep aynı. Karmaşa olduğunda koyunlar hep bir ağızdan: "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye bağırıyorlar ve genellikle bu cümleyle her türlü karmaşayı bastırıyorlar. Ta ki Başdomuz Napoléon artık iki ayak üzerinde gezmeyi tercih edene kadar. O zaman "Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi." oluyor, "Bütün hayvanlar eşittir.", "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir."e dönüşüyor.
Kitabın sonunda domuzların insanlarla yeniden barıştığı sahne, diğer tüm hayvanları şoka uğratıyor.      
"Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyorlar, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı."
Kendi zamanında Stalin'i eleştirmek için yazılan bu kitap, günümüzdeki siyaset sahnesinin de bir yansıması gibi aslında.