tag:blogger.com,1999:blog-65004923171404299132023-11-15T07:00:08.976-08:00seda'nın kitaplığıfena okurum. yetmez yazarım.Unknownnoreply@blogger.comBlogger60125tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-12380059978375023082011-12-15T09:37:00.000-08:002011-12-15T09:37:43.700-08:00Ayıp etmişimBir baktım da aylar geçmiş, ben bloga dokunmamışım. Kabul etmeliyim ki bu süre zarfında pek de iyi bir okuyucu değildim. Daha önce e-kitap formatında okuduğum kitapları satın aldığım için bir de tadını ala ala okumak istedim onları. Mesela Elif Şafak-Araf'ı aldım ve tekrar okudum, altını çize çize. Kitabı istediğim gibi çizmek hoşuma gidiyor ama karalamak demedim bak, çizmek dedim. Bir de başkaları çizmesin tabii, ben çizeyim. Ayrıca Uğultulu Tepeler'i de aldım ve yeniden okudum. Ama biraz ucuzluğa kaçıp Oda Yayınlarından aldım, sakın siz böyle bir hata yapmayın. Korkunç imla hataları, devrik ve ne dediği anlaşılmayan cümleler var.<br />
Bir de İdefix'in kampanyası sayesinde Tolkien'in tüm kitaplarını aldım. Yüzüklerin Efendisi'nin üç cildi bir arada basılmış halini aldıktan sonra bunları da koydum kitaplığıma, değmeyin keyfime diyecektim ama Silmarillion değdi keyfime. Nereye bakarsam bakayım, mükemmel bir kitap olduğu dile getiriliyor, ben de okuduğum bölüme kadar bir Tolkien hastası olarak oldukça etkilendim ama yavaş ilerleyen bir kitap. Çok fazla da isim içeriyor, ayrıca bir karakterin birden fazla ismi ya da lakabı var. Ona başladığım ve başladığımı bitirmeden başka kitaba geçemediğim için epeyce sallandım bu ara.<br />
Bunların dışında marttan beri sanırım yedi kitap okuyabildim ki bu da gerçekten yüz karası bir durum benim için. Okuduklarımı da yakın zamanda paylaşmayı umuyorum.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-56442211470676384922011-03-17T09:49:00.000-07:002011-03-29T11:47:12.609-07:00Notre Dame'ın Kamburu-Victor HugoBenim anlamadığım, yayınevlerinin bu kitabı çocuk klasikleri arasında değerlendirmesi. Böyle çocuk kitabı olur mu ya? Sonunu da mutlu sonla değiştirmişlerse hiç şaşmam doğrusu. Ciddi ciddi trajedi var burada.<br />
Önce olumsuz taraflarından bahsedelim.<br />
Kızkardeşim de okumayı sever, benden çok sevmesin. Sefiller'i öve öve bitiremedim ona. Ama başladı, ilk sayfalarda takıldı kaldı. Etme eyleme dedim, giriş biraz sıkıcı da olsa pişman olmayacaksın dedim, ama dinletemedim ve kitabı bıraktı. Ama bu defa neredeyse ona verdiğim öğüdü kendim tutamıyordum.Çünkü sanki Victor amca bir türlü giremedi konuya. Ya da ben bir türlü veremedim kendimi. Sayfalar boyunca bir piyesin ön hazırlık safhasını okuduk. Gerçi o safhada aynı zamanda o zamanın Paris toplumunun epey bir irdelenmesi de vardı alttan alta ama beni çok açmadı.<br />
İkinci olarak Sefiller'de de olduğu gibi yoğun bir Paris tasviri var gene kitapta. Sefiller'de de bir Waterloo Savaşı vardı, bitirmişti beni. Bunda da aynı sorunun sıkıntısını yaşadım doğrusu.<br />
Olumlu yönlere bakacak olursak, çok başrollü bir film gibiydi kitap. Esmeralda'nın etrafındaki erkeklerden her birinin yadsınamayacak rolleri vardı. Kıskanç ve çılgın bir rahip Claude Frollo. "Ona hiç kimse sahip olamayacak." diye söz veriyor kendine ve sözünü de tutuyor. Mecburiyet yüzünden evlenen zavallı bir şair Pierre Gringoire. Hayatı, Paris'in serserileriyle kesişiyor ve onların kanunları gereği hayatta kalmak için içlerinden biriyle evleniyor. Her güzel kadına aşık bir yüzbaşı Phoebus .Kendisine aşık bir kadını gönül rahatlığıyla ipe gönderen ve nişanlısıyla düğün hazırlıklarına başlayan ruhsuz. Ve çirkinliğiyle aleme nam salmış bir kilise çancısı Quasimodo. Claude Frollo'nun evlatlığı. Yüzüne bakılamayacak kadar çirkin, bir o kadar da sağır. Ama inanılmaz bir şekilde nokta koyuyor hikayesine. Okuyanın kalbini incitecek şekilde.Notre-Dame'ın Kamburu'na yakışır şekilde.<br />
Romanın en önemli noktalarından biri o zamanın işkenceye olan düşkünlüğü, diğeri de Paris halkının o zamanlar taşıdığı batıl inançlar. İnsan dumura uğruyor. O kadar ciddiler ki bu konuda. Mahkemeleri bile büyü iddiaları, cadılık ithamları alıp götürüyor. Bu konuya dair kitaptan küçük bir bölümü paylaşayım. Quasimodo bulunduğunda onu bulan kadınların kendisi hakkında yaptığı yorumlar bunlar :<br />
"- Sadece tek gözü meydanda. Ötekinin üzerinde koca bir et beni var!<br />
- Canım o değil! Tıpkı buna benzeyen bir canavar gizleyen bir yumurtadır o. Onun da içinde başka bir şeytan bulunan küçük bir yumurtası var. Bu böylece sürüp gider.<br />
- Siz bunu nereden biliyorsunuz, kuzum?<br />
- Çok güvenilir bir kaynaktan biliyorum."<br />
İşkenceler ise insanın kanını donduracak cinsten. Suçlulara gerçekten korkunç işkenceler uygulanıyor. İşin garip kısmı kendisine işkence edilen kişileri gelip seyretmek halkın en büyük eğlencelerinden biri. Meydanlar dolup taşıyor idam ya da teşhir direği cezası verildiğinde.<br />
Tam bir 15. yy betimlemesi olan kitapta ana noktayla ilgisi olmayan konular yer alsa da yine de okunulabilirliği son derece yüksek bir kitap.Kitaptan birkaç alıntıyla çenemizi kapatalım:<br />
"On altı yaşında bir meslek sahibi olmak istedim. Sırasıyla her şeyi denedim.Asker oldum pek cesur değildim. Rahip oldum, yeteri kadar dindar değildim...Öğretmenliğe daha çok hevesim vardı. Okuma bilmediğim bir gerçekti fakat bu bir neden değildir. <b>Bir süre sonra farkına vardım ki her şey için bende eksik olan bir şey vardı.</b>" (Pierre Gringoire)<br />
"Kadınların saygı gördükleri yerde tanrılar memnundur. Onların hor görüldükleri yerde Tanrı'ya dua etmek faydasızdır." (Claude Frollo)Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-62799752293151270762011-01-26T06:43:00.000-08:002011-01-26T06:43:58.156-08:00Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/_ZgK0FTQ_914/TUAzD05XG0I/AAAAAAAAASw/KYIbIXX0hIY/s1600/oscar-wilde-3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/_ZgK0FTQ_914/TUAzD05XG0I/AAAAAAAAASw/KYIbIXX0hIY/s320/oscar-wilde-3.jpg" width="245" /></a></div><br />
<br />
Çook uzun zamandır ilgimi çeken Wilde, bildiğiniz gibi çeşitli dizilerde kitaplarından bol bol alıntı yapılan bir yazar. İşin acı kısmı, sevgili gençlerimiz bu cânım sözleri o dayılar falan söylüyor sanıyorlar. Meğer sevgili senaristlerimiz yalnızca Wilde'dan alıntı yapıyorlarmış.<br />
Ama Wilde öyle bir yazar ki, gerçekten neredeyse her paragrafa bir aforizma sığdırmış. İnsan sadece okuyup geçerse ciddi anlamda rahatsızlık hissediyor, bir şeyleri eksik bıraktığını düşünüyor. Bu yüzden önceleri otobüste falan okurum diye düşündüğüm Dorian Gray'in Portresi, bir müddet sonra çalışma masamda yerini aldı. Hem okuyup hem not almaya başladım. Ama bu defa da baktım işler yürümüyor, kitap bitmiyor, kitabın arasına bir kağıt sıkıştırdım, not almak istediğim cümlelerin bulunduğu sayfaların numaralarını yazarak kitabın üstesinden gelebildim. Bu yüzden Dorian Gray'in Portresi'nin emek isteyen bir kitap olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.<br />
Gelelim kitabımızın konusuna...Dorian Gray, Basil isimli bir ressamın yakın dostu olan fevkalade yakışıklı bir gençtir. Bununla birlikte henüz içinde yaşadığı toplumun çirkin ya da karmaşık yönlerinden de henüz bihaberdir. Her şey kendisine yeni, parlak ve ilgi çekici gelmektedir. Özellikle de yeni fikirlere son derece açıktır. Bu açıklıktan doğan açlığı da ressam Basil'in yakın arkadaşı Lord Henry ile tanışmasının akabinde doyurmaya başlar. Lord Henry garip fikirlerle bezeli bir insandır ve cemiyet hayatında da önemli bir yere sahiptir. Dorian'ın güzelliğine de hayran olmuştur. Her ne kadar Basil, Dorian'ı Henry'den uzak tutmayı denese de başaramaz ve Lord Henry ile Dorian arasında kuvvetli bir arkadaşlık doğar.<br />
Basil, Dorian'ın mükemmel bir portresini yapar. İşte romana adını veren bu portreyi gördüğü an Dorian, ağzından dökülen sözlerle aslında hayatının dönüm noktası olacak takası yaptığını oldukça geç fark eder. O portrenin gençliğini, güzelliğini her zaman yansıtacağını düşünür, kendisininse eninde sonunda solup gideceğini. Bundan dolayı büyük bir kedere kapılarak: "Ah keşke bunun tersi olsaydı! Resim değişseydi de ben hep olduğum gibi kalabilseydim!" der. Ve isteği kabul edilir. Ardından nice pisliklere dalıp çıkar Dorian,katil olur, hayatta tatmadığı zevk kalmaz, zevklerin yetersiz geldiği noktada sefillikle, pislikle karışık hazlara dalmaya başlar. Ama hayat kendinden hiçbir şey götürmezken portre yaşlanmakta, çirkinleşmekte, iğrençleşmektedir. Öyle ki Dorian onu görmeye katlanamaz hale gelir. Bir gün portreyi parçalamaya karar verir ve bu aynı zamanda kendi hayatının da sonu olur. <br />
Kitapta pek çok aforizmanın yer aldığına o kadar çok değindikten sonra birkaçına yer vermeden olmaz tabii ki. Sadece birkaçını yazıyorum çünkü kendim de hepsini henüz not alamadım:<br />
<ul><li>“Gerçek güzellik ,entelektüel ifadenin başladığı yerde biter . Akıl kendi içinde bir aşırılıktır ve herhangi bir yüzün uyumunu yok eder. İnsan oturup düşündüğü an sırf burun, sırf alın ya da korkunç bir şey haline gelir. Okumuşlar arasında başarılı olanlara bir bak. Nasıl da baştan aşağı iğrençtir onlar. Elbette Kilise bunun dışındadır. Ne var ki kilisede de düşünmezler. Seksen yaşında bir piskopos on sekiz yaşında ona söylemesi öğretilen şeyleri söylemeye devam eder, bunun doğal sonucu olarak da her zaman sevimli görünür.” (Lord Henry)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"></span></span></span>“Bütün bedensel ve entelektüel üstünlüklerde bir uğursuzluk gizlidir, tarih boyunca kralların sarsak adımlarını izleyen türden bir uğursuzluk. Başkalarından farklı olmamak en iyisi. Hayatın en iyi yanlarından çirkinlerle budalalar nasipleniyor. Yan gelip oturabilir, yaşam denen oyunu esneye esneye seyredebilirler. Zafer kazanmak denen şeyi bilmeseler bile hiç olmazsa yenilginin acısını duymaktan da kurtulmuşlardır. Hepimizin yaşaması gerektiği gibi kaygısız, kayıtsız, kıllarını kıpırdatmadan yaşarlar. Ne başkasının mahvına yol açarlar, ne de onun bunun elinden kötülük görürler. Senin unvanın ve zenginliğin Harry, benim değerleri ne olursa olsun sanatım ve aklım, Dorian Gray’in güzelliği… Tanrıların bize verdikleri bu şeylerden dolayı acı çekeceğiz, korkunç acılar çekeceğiz.” (Basil)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span></span></span>“Bilinçle korkaklık gerçekte aynı şeylerdir. Bilinç, şirketin piyasada bilinen adıdır.” (H.)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span></span></span>“Arkadaşlarımı güzel insanlar, tanıdıklarımı iyi karakterliler, düşmanlarımı parlak zekalılar arasından seçerim. İnsan düşmanlarını seçerken çok dikkatli olmalı. Benim bir tane bile aptal düşmanım yoktur. Hepsi de belli bir düşünce gücüne sahiptir, bu yüzden de benim değerimi bilirler. Bu benim çok mu kibirli olduğumu gösterir? Sanırım, öyle galiba.” (Henry)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"></span></span></span>“Akrabalarımdan tiksinmekten kendimi alamıyorum. Sanırım bu bizimle aynı kusurlara sahip başka insanlara katlanamadığımız gerçeğinden kaynaklanıyor.” (H.)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span></span></span>“Deha’nın Güzellik’ten daha uzun ömürlü olduğuna hiç kuşku yok. Hepimizin kendimizi aşırı derecede eğitmek uğruna göze aldığımız sıkıntıların nedeni budur. Amansız yaşam savaşında, hepimiz dayanıklı bir şeylere sahip olmak isteriz, bu yüzden de yaşam kavgasındaki yerimizden olmamak gibi saçma bir umutla kafamızı saçma sapan şeylerle, olgularla doldururuz. Bütünüyle iyi bilgilenmiş adamın kafasıysa korkunç bir şeydir. Ivır zıvır satan eskici dükkanına benzer, baştan aşağı tozdan ve eciş bücüş şeylerden geçilmez. Her şeye gerçek değerinden fazla fiyat konulmuştur.” (H.)</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"></span></span></span>Bugünlerde herkes bir şeyin fiyatını biliyor ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor.</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"></span></span></span>Erkekler yorgun düştükleri için evlenirler, kadınlar ise meraktan.</li>
</ul><ul><li><span style="font-family: Symbol;"><span><span style="font: 7pt "Times New Roman";"></span></span></span>Vefa… mülkiyet tutkusu var içinde. Başkalarının alacağından korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var.</li>
</ul>Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-56490120351338250172010-09-28T10:34:00.000-07:002010-09-28T10:35:36.055-07:00Uçurtma Avcısı - Khaled HosseiniNe kitaptı ya Rabbim! Perşembe başladım, pazartesi bitti. Hikayenin çoğu yerinde ağladım ve isyan ettim. Çocuk tacizcilerine lanet okudum defalarca. İslam adına yemediği halt kalmayanlara... Afgan halkının yaşadıklarına ve hala yaşamakta olduklarına... Onlar gibi nice halkların yaşadıklarına, yaşattırılanlara... İnsanların milliyetlerini seçmeleri mümkünmüş gibi birbirlerini milliyetleri yüzünden ebedi mahkum edişlerine...<br />
Emir ve Hasan'ın hikayesi bu. Kardeş gibi yanyana büyüyen, ama aralarındaki farkı karşılıklı sürekli fark eden iki çocuk. Tıpkı babaları gibi. Emir bir iş adamının oğlu, Hasan ise evin hizmetkarının.Emir bir Peştun, Hasan sevilmeyen bir etnik azınlıktan, bir Hazara. Sanki katliama gönüllü doğmuşlar, hizmetkarlığa gönüllü doğmuşlar. Ne kötülük yapılacak olsa cümle hazır:"Ne de olsa bir Hazara...Yalnızca bir Hazara." Emir, Hasan ve kendisi için ne kadar korkaksa, Hasan ikisi için o kadar atılgan. Emir neyle sınamaya kalkışırsa kalksın, Hasan bütün sınavlara gönüllü tâbi. "Bin tane iste,senin için yakalayayım." diyor Hasan, kendisi için neye malolacağını bilemediği bir uçurtmanın peşinden koşarken. Dönüşü acı. Emir'in Hasan'ın yanında olamayışının karşılığında dilediği özrün biçimi de öyle. Ve Emir onun sadakatine verdiği karşılığın bedelini hayat boyu ödeyemiyor. <br />
Kitabın üzerinden bir daha gözyaşlarıyla geçmeye çalışırken Mor ve Ötesi'nin şarkı sözü takılıyor kulağıma: "adalet yok ya, canımı yakar..." ilahi adalet var iyi ki. Kimse "bu sadece bir kitap" demesin ne olur. Nelerin yaşandığını bile bile gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıyoruz kalplerimiz dayanmadığı için. Bunları yaşayanlar ise kalbimizin dayanmadığı imgelerin asıllarına dayanmak zorunda...Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-54667078400681411462010-09-22T07:11:00.000-07:002010-09-22T07:11:47.425-07:00Hayvan Çiftliği - George OrwellGeorge Orwell'in ikinci kitabını da iki günde okuyup kendisine bir kere daha hayran kaldıktan sonra diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. Hayvan Çiftliği, çiftliğin sahibine karşı bir ayaklanma başlatıp dizginleri ele geçiren bir grup hayvanın hikayesi. Bu hayvanların içinde en önde gelenler, ihtilalin beyin takımı ise domuzlar. İnsan zamanından kalma, kendilerini ezen ve üzen ne varsa hepsini değiştiriyorlar. Ama zaman içinde çok çalışan ve orijinal fikirlere sahip domuzlardan biri başka bir domuz tarafından safdışı bırakılıyor ve işte bundan sonra darbeyi yapanların düşüklere benzeme süreci başlıyor. Eleştirilen şeyler yavaş yavaş normal görülmeye başlanıyor, karşı çıkanlar yok ediliyor, eskinin kuralları sürekli Başdomuz ve yardakçılarının isteğine göre revizyona uğrayarak eskiden beri öyleymiş gibi halka yani diğer hayvanlara anlatılarak kabullendiriliyor. Buna rağmen tüm gücünü sistemi korumaya adayanlar da var. İnsanların yönetiminde olmaktansa hür yaşadıklarını zannedenler, durumlarının insanların idaresinde olduğundan çok daha iyi olduğunu sanıp da Napoléon'un eskisinden daha baskıcı olduğunu fark edemeyenler "O ne derse doğrudur." mantığıyla hareket etmeye devam ediyorlar, kafalarındaki bir çok soru işaretine rağmen. Fakat sonları hiç de umdukları gibi, sadakatlerinin hak ettiği gibi olmuyor.<br />
Altını çize çize okuduğum bir kitaptı gerçekten. Altını çize çize dediysem, öyle her aforizmatik cümleyi çizmedim. Çizdiğim cümleler hep aynı. Karmaşa olduğunda koyunlar hep bir ağızdan: "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye bağırıyorlar ve genellikle bu cümleyle her türlü karmaşayı bastırıyorlar. Ta ki Başdomuz Napoléon artık iki ayak üzerinde gezmeyi tercih edene kadar. O zaman "Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi." oluyor, "Bütün hayvanlar eşittir.", "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir."e dönüşüyor.<br />
Kitabın sonunda domuzların insanlarla yeniden barıştığı sahne, diğer tüm hayvanları şoka uğratıyor. <br />
"Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyorlar, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı."<br />
Kendi zamanında Stalin'i eleştirmek için yazılan bu kitap, günümüzdeki siyaset sahnesinin de bir yansıması gibi aslında. Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-74244456201128699692010-05-25T08:35:00.000-07:002010-05-25T08:35:29.026-07:00Duvar - Jean Paul SartreSartre garip bir adam. İki kitabını okudum, her ikisinde de bittiği zaman: "ne ki bu şimdi, kitap mı?" diye sordum. Sonra kitaptan alıntılarıma baktığımda da "evet, kitap." dedim, "içindeki saçmalığı korkmadan, utanmadan dışa vurabilme cesaretine sahip bir kitap." Gerçi Bulantı'yı daha çok sevmiştim ama neyse. Duvar'a da şöyle bir bakalım.<br />
Kitap beş hikayeden oluşuyor. İlk hikaye kitabın adını taşıyor. İdama mahkum üç kişinin bir gecelik öyküsünü okuyoruz <b>Duvar</b>'da.. Kişilerde meydana gelen psikolojik değişimlerin vücutlarına nasıl yansıdığını anlatıyor yazar. Hikaye kahramanın ağzından birinci tekil şahısla anlatıldığından sonu önceden tahmin edilebiliyor. Ama yine de gerçekten hoş bir sonla bitiyor.<br />
İkinci hikaye <b>Erostrate</b>. Tanınmış biri olmak için Efes Tapınağı'nı yakan Erostrate'in hikayesini öğrenen Paul Hilbert, kafasında kurduğu hikayenin kahramanının o olduğunu anlıyor. Hikaye boyunca insanlara duyduğu nefreti dillendiren Paul, çağının Erostrate'i olmayı hedefliyor. Kafasında sürekli bir cinayet planı var. Öldüreceği kişilerin kim olduğunun da önemi yok onun için, önemli olan "insan öldürmek."<br />
"Amerikanvari hazırlanmış ıstakozu sevip sevmemekte özgürüm ama insanları sevmiyorsam bir zavallıyım ve gün ışığında bana yer yok." diyor.İlginç bir bakış açısı. Ama bitirdikten sonra "anlamsız bir bunalım öyküsü" diye not tutmuşum. Şu an öyle gelmiyor ama. Her insanın belirli bunalımları oluyor zaman zaman insanlara karşı. Bu da Paul'ünki. Saygı göstermek lazım :)<br />
Üçüncü hikayemiz <b>Özel Hayat</b>. Bu bölümü okuduğumda "eğer Sartre yazarsa, günümüzde pek çok ergende yazar olma kapasitesi vardır" diye düşünmüşüm." Cümleye bak : "İnsanın birini sevebilmesi için her şeyiyle, yemek borusuyla, karaciğerleriyle, bağırsaklarıyla sevebilmesi gerekir."<br />
Kocası Henry'yi kabalığı, ailesine saygısızlığı ve iktidarsızlığı nedeniyle terk etmek isteyen ve bunu deneyen Lulu'nun öyküsü Özel Hayat. Pierre ile kaçmak üzereyken kendisinin ve kocasının berbat ruh hali onu bundan vazgeçiriyor.<br />
Birkaç alıntı da bundan olsun:<br />
"Sırtım olmasın isterdim. Ben onları görmediğim zaman insanların bana bir şeyler yapmalarından hoşlanmıyorum."<br />
Bir erkek yazarın kaleminden güzel bir itiraf: <br />
"Onun için pudramı değiştirmiştim. Böylesini seviyor diye gözlerimi boyamıştım ama o hiçbir şeyi görmedi. Yüzüme bakmaz ki göğüslerime bakıyor."<br />
"Tanrım yaşam bunun için mi, bunun için mi giyinip kuşanmak, yıkanmak ve güzel olmak, tüm romanlar da bunun üstüne mi yazılmışlar, her zaman bu mu düşünülüyor, sonunda işte meydanda, olup biter."<br />
Dördüncü öykümüz <b>Bir Yöneticinin Çocukluğu. </b>Küçükken kendisine bir kız çocuğu gibi muamele edilen ve babası gibi kendisi de yönetici olacak olan Lucien'in büyüme öyküsü. Büyüdükçe önce hiçbir şeyin varolmadığına inanıyor Lucien. Sonra Freud'a merak salıyor. Freud'un "Psikanalize Giriş"ini okumaya başladığını söylediğinde basit bir reklamda gibi hissettim kendimi. Berliac'la tanışıyor ve Berliac onu kendi fikir babası Bergere ile tanıştırıyor. Bergere eşcinsel ve aslında pek de gönüllü olmadığı halde Lucien bir kere onunla ilişkiye giriyor. Ancak daha sonra bundan dolayı kendisinden ve Bergere'den nefret ediyor.<br />
Lucien yahudi düşmanı bir kişi aynı zamanda. Hem de yahudi biriyle aynı ortamda duramayacak kadar düşman. Ayrıca o zamanın Fransa'sında bile dikkate değer bir nokta: Her haltı yediği halde kendisi için el değmemiş bir kızın bulunduğuna inanan bir zibidi var karşımızda. Kızın tek ödevi de kendini ona saklamakmış.<br />
Öykünün sonunda bıyık bırakmaya karar veriyor Lucien. Yüzü çok çocuksu görünüyormuş.<br />
Beşinci öykümüz <b>Oda</b>.Psikolojik problemli Pierre ile Eve'in hikayesi. Eve hasta kocasını bir an bile bırakmak istemezken, ailesi kocasını bir an önce hastahaneye yatırması gerektiği konusunda kendisine baskı yapıyor. Eve bunu asla istemiyor çünkü o da kocasının yarattığı garip dünyayı çok seviyor ve kocasına olan sevgisinden kendisi de o dünyaya gerçekten inanmak, Pierre'nin yanında olmak istiyor. Pierre nesnelerin canlı olduğuna ve kendisine sık sık saldırdıklarına inanıyor ve Eve de buna inanmaya, nesnelerin hareketini yakalamaya uğraşıyor. Eve Pierre'e aşık ama sanırım onun cismine aşık.Kitabın sonunda sanırım Pierre'in yaşlanacağını düşündüğünde:"Daha önce öldürürüm seni" diyor. Kitap da bu cümleyle bitiyor. Yoksa kendisi sarkıp buruşmadan kocasını öldürmekten mi bahsediyor? Bu noktayı da anlamadım doğrusu.<br />
E şimdi deseniz ki "okuyalım mı bu kitabı?", eğer ki kendi içinizde saçmalamayı seven bir insansanız, saçmalıklarınızla barışıksanız, o zaman evet derim. Değilse muhtemelen "saçma"gelecektir, vakit harcamayın :)Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-33685741932162071062010-05-10T12:39:00.000-07:002010-05-10T12:39:57.650-07:00Kar - Orhan Pamuk<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.bizimshop.eu/catalog/article_images/kar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://www.bizimshop.eu/catalog/article_images/kar.jpg" width="210" /></a></div><br />
Seviyorum Orhan Pamuk'u. Daha doğrusu yazdıklarını seviyorum. Yazımını seviyorum. İnsana o klasik "kendinden bir şey bulma" duygusunu verdiği için seviyorum. Kar da o içinde bir şey bulduklarımdan. Benim dünyama daha pozitif, daha önyargısız baktığını düşündüğüm bir kitap Kar. Ama kitap hakkındaki yorumlara baktığımda da dindarları / dincileri kötülediği, ülkenin başına bu kesim yüzünden neler geldiğini çok güzel ifade ettiği falan yazıyor. Ya ben anlamıyorum, ya o insanlarla aynı şeyden bahsetmiyoruz, ya da yazar ikili oynuyor ve ikili yazıyor.<br />
Olaylar Kars'ta geçiyor. Ka ismini kullanan ve yurtdışında yaşayan köşe yazarı-şair Kerim Alakuşoğlu, yurda döndükten sonra Kars'a giderek oradaki garip intihar vakalarını araştırmaya karar veriyor. Üniversiteden tanıdığı ve eski aşkı sayılabilecek İpek'in ailesinin işlettiği otele yerleşiyor. İpek'in de boşandığını öğreniyor.<br />
Şehre geldiği andan itibaren gerek devlet görevlilerinin ileri gelenleri gerekse dinci kesim diye adlandırılanların liderleriyle kendisine sık sık görüşmeler ayarlanıyor. İki taraf da Ka'nın kimden yana olduğunu kestiremiyor. Bu sırada da kışın bastırıp yolların kapanmasından yararlanan eski ordu mensubu tiyatrocu Sunay Zaim, ordudan eski bir arkadaşıyla bir darbe girişiminde bulunuyor ve ortam iyice karışıyor. Bu aşamada yazar darbe anında asker ve polisin davranışlarını da eleştiriyor.<br />
Buna rağmen Ka, aradığı mutluluğu İpek'te, İpek'in yanında olmakta buluyor. Bir yandan da sürekli şiir yazıyor. Ancak daha sonra dinci kesimin liderlerinden Lacivert ile İpek'in önceden bir ilişki yaşadığını öğreniyor ve daha pek çok olayın ardından Lacivert'i ihbar ederek Frankfurt'a dönüyor. Daha sonra da vurularak öldürülüyor.<br />
Ka'nın hikayesinin ardından yazar devreye giriyor. O da Kars'a geliyor ve arkadaşının yazdığı şiir defterini aramaya koyuluyor. Bu arada daha İpek'le Ka'nın hikayesinde pek çok nokta açığa çıkıyor.<br />
Kitaptan birkaç alıntı:<br />
"...Rusların açtığı beş caddeye askerden başka büyük bilmedikleri için Kars tarihindeki beş büyük paşanın adını vermişlerdi."<br />
Aşağıdaki bölümde yazar başörtülü kadının toplum içinde hangi rollerde görülmesine alışıldığına dikkat çekiyor: <br />
"Gün boyunca şehrin sokaklarında gezerken gördüğü başörtülü ya da çarşaflı kadınlara da dikkat etmemişti Ka, çünkü sokaklardaki başörtülü kadınların sıklığına bakıp hemen siyasal sonuçlar çıkarabilen laik aydınların bilgi ve alışkanlıklarını bir haftada edinememişti. Üstelik çocukluğundan beri sokaklardaki başörtülü, kapalı kadınlara dikkat etmezdi hiç. Ka'nın çocukluğunu geçirdiği İstanbul'un batılılaşmış çevrelerinde başörtüsü takan bir kadın ya mahalleye üzüm satmak için İstanbul'un civarından, mesela Kartal'daki bağlardan gelen biri olurdu, ya sütçünün karısı ya da aşağı sınıflardan bir başkası."<br />
<br />
Burada da aşkın getirdiği bencillikten söz ediyor:<br />
"Başkalarının üzülmesinden, mutsuz olmasından, bu kötülükler kendi mutluluklarını zedeler diye bencilce korkan aşırı mutlu çiftler gibi bir anda kendilerini yalnız her şeyin yoluna gireceğine inandırmakla kalmadılar, kendi mutlulukları gölgelenmesin diye çekilen onca acıyı ve dökülen kanı da hemen unutmaya hazır olduklarını utanmazca hissettiler."<br />
Bu kısım da korkarım ki beni anlatıyor :<br />
"Hayatının son dört yılında pişmanlık ve kendini suçlamakla çok vakit geçiren Ka, <b>sözle can yakma huyunu bir kimsenin ona duyduğu sevginin gücünü ölçmenin bir yolu olarak kullandığını da kendi kendine itiraf edecekti.</b>.. Ka aslında İpek'in vereceği cevaplardan çok, kendisine ne kadar sabır gösterebileceğini merak ediyordu."<br />
Kar sıkıcı görünen konusuna rağmen sıkmayan, insanı gerçekten Kars'a doğru bir yolculuğa çıkaran, aşkla darbenin, laik elitlerle "dinci"lerin küçük bir şehirdeki büyük ve alışıldık çatışmasını anlatan bir eser. Tavsiye ederim.Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-60132121833672053982010-05-04T09:39:00.000-07:002010-05-04T09:41:27.868-07:00George Orwell - 1984<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.synapseproductions.org/whatson/images/1984web.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.synapseproductions.org/whatson/images/1984web.jpg" /></a></div><br />
Bu kitap adamı öldürür. Hasar bırakır. Zihnimi altüst etti. Çift düşüncelere hazır ol.. Tekdüzelik çağından, yalnızlık çağından, Büyük Birader çağından, çiftdüşün çağından selamlar ;) Ama Goldsteinci de olabilir insan. En azından tele ekrana yakalanana kadar. Hele o evde yakalanış anlarında,resmin arkasından "siz ölüsünüz." sesi geldiğinde gerçekten sararmış olduğumu düşündüm. "Düşünce suçu ölüm tehlikesi yaratmaz. Düşünce suçunun kendisi ölümdür!" diyor kitap. Nasıl yani ? Çiftdüşün işte. Ayrıca "günlük tutmanın kendisi bir suç değildi. ama yakalanırsanız ölüm cezasına çarptırılırdınız". "Bilinçleninceye dek başkaldırmayacaklar. Başkaldırmazlarsa da hiç bir zaman bilinçlenemeyecekler." Herkes çevresinde olup bitenlere bakmalı, hayatı farklı pencerelerden yorumlamalı ve kafatasımızın içindeki birkaç santimetreküp dışında hiç bir şeyin bize ait olmadığını anlamalı!!!" der Parti. Ama eğer "bir umut varsa proleterlerdedir. Karanlığın olmadığı yerde buluşalım." ama Sevgi Bakanlığı olmasın mümkünse. "Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse gerisi kendiliğinden gelir." ama buna Parti beş diyorsa ve sana da dedirtiyorsa ve bunu inanarak söylüyorsan yapacak pek bir şey kalmamış demektir. (21 Nisan'da sevgili Lacivertimle kitap üzerine yazıştıklarımızdan derleme bir yazı oldu.)<br />
Parti der ki : "<i>Savaş Barıştır</i>, <i>Özgürlük Köleliktir</i>, <i>Bilgisizlik Kuvvettir."</i> <br />
Çiftdüşün toplumu uyuturken, Yenikonuş dili fakirleştiriyor. Belki bir distopya ama bilmek lazım, bu altmış iki yıl önce yazılan kitap, şimdiyi düşününce hiç de distopya gibi görünmüyor.<br />
Bakmayın yazdıklarımın sıkıcı durduğuna. Nasıl okuduğunu anlamıyor insan.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-80685940419468687762010-04-28T12:53:00.000-07:002010-04-28T12:55:20.923-07:00Doktor Jivago - Boris Pasternak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://johngushue.typepad.com/photos/uncategorized/dr_zhivago_poster.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><img border="0" height="220" src="http://johngushue.typepad.com/photos/uncategorized/dr_zhivago_poster.jpg" width="320" /></span></a></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Boris Pasternak, Sovyet Devrimi'ni eleştiren ve bu yüzden Nobel'e layık görülen, ancak ülkesini eleştirdiği için bu ödülün kendisine verildiğinin farkında olarak ödülü reddeden bir usta yazar. Yazarlığıyla da bu ödülü alabileceği hakkını teslim ediyor herkes ama asıl etkenin de devrime karşı çıkması olduğunun çoğu kişi bilincinde. </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Reddetme gerekçesinin Sovyetler Birliği yönetiminin yazarın ödülü almasına izin vermemiş olduğu iddiası ortada dolaşmaya başlayınca </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Boris Pasternak, Nobel ödül komitesine bir mektup yazmış ve bu mektupta şunları söylemiş :</span><br />
<blockquote><span style="font-family: Georgia;"><span style="font-size: x-small;">"<i>Romanımın çevresinde gelişen siyasi kampanyanın kazandığı boyutları görünce ve Nobel ödülünün bana verilmesinin, çok çirkin sonuçlara varan siyasi amaçlı bir karar olduğu kanısına varınca kimsenin zorlamasıyla değil kendi irademle ödülü reddettiğimi belirtirim</i>"</span></span></blockquote>Dr. Jivago, Rus Devrimi sırasında geçen olayları anlatan bir roman. Kendisi üst tabakadan ve kendisine büyük bir sevgi ile bağlı bir kadınla, Tonya ile evli olduğu halde, şiirlerine ilham veren başka bir talihsiz kadını, Lara 'yı seven, böylelikle sadakat ve ihtiras arasında bocalayan, hayatının kontrolü kendi elinden alınmış ve savaşın parçaladığı yokluklarla dolu bir ülkede oradan oraya sürüklenen aynı zamanda şair bir tıp doktorunun, Doktor Jivago'nun dramını anlatıyor.<br />
Filmi de çekilmiş, aslında kitaptan filminden ev arkadaşımın sıkça söz etmesiyle haberdar oldum. Kötü bir kitap mıydı, kesinlikle hayır. Çok çok iyi miydi, buna da evet diyemeyeceğim. Ama seviyorum Rus klasiklerini, bu yüzden de sıkılmadan okudum.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-31195696949451737242010-04-28T07:27:00.000-07:002010-04-28T07:27:12.127-07:00İlluminati - Texe Marrs / Kod Adı: Kılıçbalığı 11 Eylül Senaryosu- Aydoğan Vatandaş İkisi de komplo teorilerinden müteşekkil kitaplarımızda nedense bir kişisel gelişim kitabı büyüsü var. Okuduğun zaman "vay beee!" dedirtiyor, bittiği zaman da pek hatırlamıyorsun. İlluminati'ye Melekler ve Şeytanlar'ı okuduktan sonra merak salmıştım. Kısaca şunları söyleyebiliriz kitabın içeriği hakkında:<br />
"İllüminati dünyada kurulu bulunan en büyük ve güçlü örgüt. Hiçbir zaman kanıtlanmamış olsada dünyanın önde gelen on ailesi (rotschild, rockefeller, vs.) tarafından kurulan, yönetilen, kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi ülkelerin politik, sosyal ve siyasi yapılarını etkileyen, değiştiren, savaş çıkaran, amaçları dünya halkını tamamen kendileri için çalışan köleler yapmak olan, devlet başkanları, başbakan ve diğer ülke yöneticilerini kontrol eden, medyaya sahip olduğu için hiçbir zaman göz önüne çıkamayan ve yaptıklarını gizleyebilen, yani dünyayı kapalı kapılar ardında, bir yuvarlak masa etrafında yöneten örgüt." <a href="http://www.blogger.com/%28http://www.uludagsozluk.com/#1440989%29">(http://www.uludagsozluk.com/#1440989) </a><br />
Aslına bakılınca daha evvelden okunsa komplo teorisi olarak nitelendirilebilecek bu kitap, zaman geçip de doğrulayacak bir sürü şey çıkınca ilginçliğini yitirdi aslında. Bir doların üzerindeki işaretlerle dikkatimi çekmişlerdi ilk önce. Sonra köklerinin Tapınak Şovalyelerine uzandığını öğrendim. Ayrıca Skulls and Bones , Bohemian Grove , CFR , Bielderberg gibi pek çok alt kuruluşa da sahiplermiş. IMF de bunların diğer milletleri borçlandırma koluymuş. Semavi dinleri tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen bu örgüt aynı zamanda moon ve scientology gibi tarikatlarla seküler dinleri kitlelere aşılamaktaymış. Kendisine hizmet edecekleri kan bağı ve statü yoluyla seçermiş. Ayrıca kendine has ritüelleri de varmış. Mış diyorum çünkü ne varlıkları ne de yoklukları kanıtlanmış.<br />
Kod Adı Kılıçbalığı'na gelince... 11 Eylül yaşandığında lisedeydim. Ortalığı toz duman edip tehditler savurmuştu ABD. Sonra kendi yaptırdığı ortaya çıktı. Direkt kendi yaptırmasa da yapılacağından haberdar olması ne demek oluyordu zaten? Ya da eylemcilerin ABD yetiştirmesi olmaları? <br />
Kitap adını, 11 Eylül olaylarının olduğu sırada vizyonda olan ve konu itibariyle ABD’deki derin devleti anlatan “Kod Adı Kılıç Balığı” isimli filmden almaktadır. Saldırının ve filmin teması birbirini çağrıştırmakta zaten.<br />
Kitapta dikkat çeken başlıca iddialar şöyle:<br />
"Peş peşe gelen saldırıların hemen ardından İsrail ve ABD basını anlaşmış gibi olayın faillerinin İslam Dünyasına mensup kişiler olduğunu belirtti. Ancak olaydan kısa bir süre sonra, saldırıların oluş şekli ve zamanlamaları bazı şüpheleri ortaya çıkardı:<br />
1. Uçaklar kaçırıldıktan sonra, çarpışmaya kadar 30 dakika rotalarından sapmış olarak uçmuşlar ve nedense radarlarca hiç fark edilmemişlerdi. Ayrıca kaçırıldıklarına dair herhangi bir sinyal verilmemişti.<br />
2. Uçaklarda bulunduğu iddia edilen on sekiz terörist oldukça iyi eğitimli ve nereye ne zaman saldıracaklarını iyi bilen kişilerdi. Saldırıları yaptığı iddia edilen kişilerin bu kadar ciddi bir eğitim almaları mümkün gözükmüyor.<br />
3. CIA, FBI ve ABD’nin en esrarengiz istihbaharat örgütü NSA bu saldırılardan nasıl haber alamamıştı. Dünyadaki tüm telefon konuşmalarını süzen ve bazı stratejik kelimeleri duyduğunda kayda geçen “Echelon sistemini” kullanan NSA nasıl faka basmıştı.<br />
4. İlk uçak çarptığında niçin uyanılmadı. Aradan geçen 18 dakika içerisinde gökyüzünde rotasından çıkıp kule ile irtibatlarını kesen uçakların olduğu nasıl fark edilemeyip müdahale edilemedi."<br />
Bu gibi soruların etrafında dönen kitap gerçekten normalde insanı şaşırtacak iddialarla dolu olsa da söz konusu ABD olunca daha fazla şaşkınlık yaşanmıyor işin aslı.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-42423706555933676582010-04-27T12:34:00.000-07:002010-04-27T12:34:05.844-07:00Pinhan - Elif Şafak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.tulumba.com/mmTULUMBA/Images/bk/zBK980679XJ208_250.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.tulumba.com/mmTULUMBA/Images/bk/zBK980679XJ208_250.jpg" /></a></div>Pinhan gizli demekmiş, Pinhani'nin ismi canımı sıktığında araştırmıştım. Sonundaki i olmayınca daha sağlam duruyor sanki. Neyse konu o değil zaten. Konu Elif Şafak'ın ilk kitabı olan Pinhan.<br />
<br />
Kitabın baş kahramanı Pinhan, son derece haylaz amma velakin geceleri kendi derdine yanan, düşüne düşüne içi içini yiyen bir çocuktur. Çünkü çift cinsiyetlidir. Bu da kendisi için sürekli gizlenmesi gereken bir şeydir. İşte bu yüzden gecelerini düşünüp üzülerek gündüzleri de haylazlıkla geçirmektedir. Günler böyle geçe dursun bir gün yolu bahçesindeki elmalar yüzünden Dürri Baba Tekkesi'ne düşer. Yılları orada geçer. <br />
Bir de Akrep Arif mahallesi sakinleri vardır. Yılların Akrep Arif mahallesinin adı bir gün Nakş-ı Nigar olarak değiştirilince bu mahalle de Pinhan'a benzer aslında, çift isimli, çift karakterli. İşte bu noktada kesişir mahalleyle Pinhan'ın yolu.<br />
Tekkedeki tüm dervişlerin bir hikayesi vardır. Pinhan'ın ise yoktur. Bir hikayesi olsun diye gelir İstanbul'a ve Karanfil Yorgaki ile hikayesi başlar. Belki de orada biter. <br />
Garip, çok garip hissettiren bir hikaye Pinhan'ın hikayesi. "Aşk"ın üzerine çok fazla düşüldü belki ama Pinhan'ın da aşağı kalır yanı yok bence.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-18524716308614391092010-04-27T11:53:00.000-07:002010-04-27T12:09:59.919-07:00Malcolm X - Alex Haley<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://getyourbizsavvy.com/wp-content/uploads/2009/09/malcolm_x1.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 250px; height: 367px;" src="http://getyourbizsavvy.com/wp-content/uploads/2009/09/malcolm_x1.jpg" border="0" alt="" /></a><br />Üniversite yıllarından beri merak ettiğim kitap ablamların kütüphanesinde karşıma çıktı. Kitlelere önderlik eden bir insanın kendi hayatı hakkındaki samimi paylaşımları. Sert duruşlu bir kişinin içindeki yumuşak taraflar. Michigan, Boston ve Harlem'de akıllara gelebilecek her türlü pisliğe bulaşması. Hapishaneye düşmesi ve sonrasında hapishane yılları için: "Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir" fikrini ortaya koyması. Yanlış yoldan kurtularak girdiği başka bir garip yoldan kendisini döndürme fırsatını yakalaması. Kendisine dayatılan "beyaz adam" düşmanlığını ve yoğun ırkçılık duygusunu hacca gidince aşması. Elijah Muhammed'in anlattığı İslam'la gerçek İslam arasında dağlar kadar fark olduğunu fark etmesi. Hayatını ortaya koyduğu bir cemaat tarafından önce hain, sonra hedef gösterilmesi. Ve henüz 40 yaşındayken yine bu cemaate mensup kişiler tarafından tam 16 kere kurşunlanması. Gerçekten ibret verici ve zaten bu amaçla kaleme alınmasına izin verdiği bir hayat hikayesi. Aynı zamanda farklı olanın sistematik olarak nasıl ötekileştirildiğini anlatan mükemmel bir eser. Kesinlikle tavsiye edilir.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-69398235113495639332010-04-27T11:42:00.000-07:002010-04-27T11:53:48.538-07:00Antikacı Dükkanı - Charles DickensKüçükken bize 50-60 sayfalık sadeleştirilmiş şekilleri okutulan kitaplar meğer ne kadar da hacimlilermiş aslında. Onlardan biri Antikacı Dükkanı. Nell adlı küçük kızın dedesinin borçları yüzünden oradan oraya savruluşlarını anlatıyor bu kitap. Toplumun her kademesinden insan var Dickens'ın eserinde. O günün ağır çalışma şartlarına da değinilmiş. Bir de romanın kötü karakteri Quilp var ki o küçücük boyuyla her yerden çıkmasıyla bir gerilim filmi karakterini aratmıyor. Sonu tabii ki acıklı. Ama bu acıklı son için Oscar Wilde: "Küçük Nell'in ölümünü 'gülmeden' okumak için kişinin taştan bir kalbi olması lazım" demiş. Ben taş kalpli değilim ama güldüğümü de hatırlayamadım, neden ki?Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-13669345085684570002010-04-27T10:09:00.000-07:002010-04-27T10:14:09.345-07:00Benim Üniversitelerim - Maksim GorkiTamam büyük yazardır vs. ama bizim için artık çok klişe olan "hayat üniversitesi" tabiri için bu değerli yazarımız kalkıp döktürmüştür. Benim Üniversitelerim, Gorki'nin başyapıt olarak kabul edilen üç kitaplık yaşam öyküsünün son kitabı aynı zamanda.<br />Gorki'yi okurken sıkılmıyorum ama bana yeni bir şey kattığını da hissetmiyorum. Olaylar değişmiş doğal olarak bu kitapta ama anlatım tarzı bana çok tekdüze geliyor. Ana'da da, Ekmek İşçileri'nde de, Ekmeğimi Kazanırken'de de aynı şey oldu. Rus yazarları çok beğenirim ama işte Gorki'de biraz sıkıntımız var :)Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-63335892601948467852010-04-27T09:47:00.000-07:002010-04-27T09:59:17.342-07:00Siyah Süt - Elif ŞafakO güne kadar sürekli önyargı ile baktığım Elif Şafak'la tanışma kitabım Siyah Süt. Aslında konusu da beni pek ilgilendirmeyen post-natal (doğum sonrası) depresyon. Konu ilgilendirmese de Elif Şafak'ın iç seslerini kişileştirmesi gayet hoştu. Altı parmak kadın var iç sesler korosunun mensubu. Bu altı kadından dördünün ayrı ayrı kapıları var ve bu kapılara yazarın derin dehlizlerini takip ederek ulaşılabiliniyor. Batı kapısında "Pratik Akıl Hanım", Doğu kapısında Can Derviş Hanım, Güney kapısında "Hırs Nefs Hanım", Kuzey kapısında "Sinik Entelektüel Hanım". Kapısız diğer iki kadınsa bizim de yazarın da karşısına epeyce ilerlemiş bölümlerde çıkıyor: "Anaç Sütlaç Hanım" ve "Saten Şehvet Hanım". Bunlar galiba hepimizin içinde var ama bir kısmı çekinik kalıyor. Belki Şafak'la tanışmak için ilk kitap seçimi olarak doğru olmayabilir ama gene de hoş bir kitap. Bir de ilerde doğum sonrası bakmak lazım, bakalım o zaman ne düşüneceğim.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-36787792748200883012010-04-27T09:39:00.000-07:002010-04-27T09:44:04.888-07:00Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri - Irvin D. YalomOn ayrı öyküden oluşan kitapta tüm öyküler gerçekten ilgi çekiciydi. Sadece psikoloji uzmanlarının değil herkesin anlayabileceği bir dilde yazılmış olması da psikolojiyle ilgilenen ancak terminolojiden usananlar için bir avantaj. Thelma olmayı da teğet geçmiş olmamı sağladı bu kitap ayrıca. Yaşla ilgili meselede değil ama aşka bakış açısı olarak. Hayatıma en büyük katkısı da bu sanırım. Sadece sorunları değil aynı zamanda psikiyatriste göre çözümleri de ortaya koyması açısından insana günlük hayatta karşılaştıklarına karşı küçük çözümler de sunmuyor değil. Öykülerdeki konular neredeyse herkesin hayatında yer eden konular ve sorunlar olduğundan, kişinin kendinden bir şeyler bulması da kolay oluyor haliyle.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-69317163297613171032010-04-27T09:30:00.000-07:002010-04-27T09:39:53.093-07:00Ekmek İşçileri - GorkiGorki'nin otobiyografik eserlerinden biri. Komünizmi, yanında çalıştığı patronundan öğrendiğini belirten yazar, bu kitapta fırında çalıştığı dönemden bahseder. Gorki'nin en severek okuduğum kitabı. Diğer otobiyografik eserlerinden daha akıcı bir dili ve daha sürükleyici bir konusu var. Gerçi adamın derdi sürüklemek değil ama bu özellik olmadan da kitap okunmuyor işte.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-30386109394516817802010-04-27T09:25:00.000-07:002010-04-27T09:32:59.419-07:00Büyük Uyanış -- Bir Nev-York Rüyası: Bye Bye Türkçe - Oktay SinanoğluSinanoğlu'nun savunduklarını bilmeyen yoktur. Tam bir Türk dili ve Türk kültürü savunucusu olup, bunları yozlaştırmaya yönelik her şeyin baş mücadelecilerindendir. Ortaya koyduğu gerçekler çoğumuzun bildiği halde farkına varamadığı gerçeklerdir. Pek çok kitabı olmakla birlikte genel olarak hepsi kendisiyle yapılan röportajlardan oluşmakta ve bu açıdan neredeyse hepsi birbirini tekrar etmektedir. Hatta kitap içindeki bir röportajda sorulan soru, başka birinde de sorulduğundan kitap kendi kendini bile tekrar eder hale geliyor. Kitapta anlatılanlara katılıyor olmakla birlikte kitaptaki tekrarlar okurken çok sıkılmama neden oldu. Bir an evvel bitirebilmek için çok uğraştım. Bu sebepten içimden artık kendisinin herhangi bir kitabını da okumak gelmiyor haliyle. Gerçi bu yazarın değil yayınevlerinin özensiz çalışmalarından kaynaklanıyor. Şunu belirtmem gerekiyor, bu kitaplar lisede hazırlık sınıfı görmüş ve doğal olarak İngilizce düşünmeye yönlendirilmiş biri olarak beni çok etkiledi doğrusu.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-25993517557085287612010-04-27T09:22:00.000-07:002010-04-27T09:25:02.050-07:00Da Vinci Şifresi - Dan BrownHarvard Üniversitesi simgebilim profesörü Robert Kangdon, Paris'te iş gezisindeyken bir gece yarısı, Louvre'un yaşlı müdürünün müzede ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu cesedin yanına ulaştıklarında anlaşılmaz bir takım izlerin varlığını tespit ederler.<br /><br />Söz konusu izlerin ne anlama geldiğini araştırırken garip bir esrar perdesinin aralandığını ve ipuçlarının onları Da Vinci'nin tablosuna götürdüğünü keşfedip şaşkına dönerler. Büyük usta sırrını herkesin görebileceği bir yere, ünlü bir eserinin içine gizlemiştir. (antolji.com)<br /><br />Çok sürükleyici. Mükemmel bir kurgu. Okurken dünyadan koparan kitaplardan. Puanı 10 verirdim de onu "Melekler ve Şeytanlar"a sakladım doğrusu.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-54922970309282139742010-04-27T09:11:00.000-07:002010-04-27T09:22:22.525-07:00Dijital Kale- Dan BrownDiğer Brown kitapları gibi bu da tabii ki bilim kurgu. Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı NSA’nın şifre çözücü süper bilgisayarı TRANSLTR’nin bile üstesinden gelemediği, çözülmesi imkânsız gibi görünen bir şifre var ortalıkta. Eski bir NSA çalışanı olan bir bilgisayar dâhisi, NSA bütün dünya insanlarının iletişim mahremiyetini ihlal ettiği için TRNSLTR'nin varlığını açıklayıp kamuoyundan özür dilemediği takdirde bu şifreyi herkesin kullanımına açacağını söyler. Bu da, artık dünyadaki bütün mesajların 'Dijital Kale' adlı bu algoritma ile şifrelenmesi ve NSA'nın kör olması anlamına gelir. (antoloji.com'dan alıntı)<br />Dan Brown'un diğer kitapları yanında biraz sönük kalsa da yine de bu kitabı da elimden düşüremedim diyebilirim. Özellikle teknoloji meraklısı bir insan olduğum için daha da çok ilgimi çekti. Hele bu teknolojilerin gerçekten var olduğunu bilmek, ne tür bir dünyada yaşadığımıza ilişkin düşüncelerimi sorgulamama sebep oldu.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-15943839618934945222010-04-27T09:00:00.000-07:002010-04-27T09:05:55.747-07:00Gurur ve Önyargı - Jane AustenKitap ayrı güzel, filmi ayrı güzel. Filmin adı Türkçe'ye Aşk ve Gurur olarak çevrilse de doğrusu budur. Hem filmi hem de kitabı sık sık şöyle bir gözden geçiririm ve her defasında da kafamdaki ideal erkek modelinden beklentilerim artar, sonra kendime bunun sadece roman olduğunu tekrar ederim. Asla bir Mr. Darcy'nin olamayacağını bildiğim halde yine de aramaktan geri durmuyorum, orası da ayrı konu. En sevdiğim kitaplardan...Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-2532569174124574362010-04-27T08:23:00.000-07:002010-04-27T08:59:48.190-07:00Hobbit -- Oradaydık ve Şimdi Buradayız - J.R.R. TolkienHayatın kargaşası ve saçmalığı içinde insanı dünyadan koparan, oluşturduğu hayal dünyasında kötüler de olsa en azından bir şekilde iyilerin kazanacağını bildiği için insanı rahatlatan, kurgusu hep mükemmel,hep içinde o maceraların birinin bir kenarında olmayı insana isteten kusursuz masal... Ne de olsa imza Tolkien. <br />Kitap, Yüzüklerin Efendisi'nin meşhur yüzüğünün Bilbo'ya geçisini anlatıyor.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-84719270909744785902010-04-27T08:19:00.000-07:002010-04-27T08:22:36.838-07:00İhanet Noktası - Dan BrownDan Brown deyince yine heyecan ve aksiyon diyeceğim tabii ki :) Kitabın sonunda amerikalıların olmayan dürüstlüğüne dem vurulması biraz lüzumsuz olmuş ama adam amerikan, olacak o kadar tabii. Bunun dışında kurgu gene mükemmel. Nasa'nın bütün keşiflerine şüpheyle bakmama sebep oldu bu kitap. Kullanılan teknolojiler ve bunların hayal ürünü olmayışı da ağzımı açık bıraktı tabii. Bilim-kurgu, aksiyon vs. hoşlananlar için ideal bir kitap.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-57020428775934349622010-04-27T08:12:00.000-07:002010-04-27T08:19:27.967-07:00Jane Eyre - Charlotte BronteKüçükken özetini okumuştum, incecik bir kitaptı. Sonra bir gün bir sahafta rastladım 65 basımına ve hemen aldım. Gerçekten güzel bir kitaptı, sürükleyici bir hikaye. Hele ki o zamanın şartları içinde 31 yaşında bir bayan tarafından yazıldığı düşünülürse daha da anlamlı oluyor. Bronte kardeşlerin hepsine Allah mükemmel bir düş gücü vermiş. Jane Eyre de bu düş gücünün başarılı bir ürünü. Edward Rochester'la Jane arasındaki imkansızdan dönen aşk hikayesi. Baş kahramanların adı neden hep Edward olur acaba :)Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6500492317140429913.post-39154305652295335022010-04-27T08:09:00.000-07:002010-04-27T08:12:32.864-07:00Parfümün Dansı - Tom RobbinsKesinlikle zoraki okuduğum bir kitap. Konu beni zerre kadar bağlamadı, çok sıkıldım ve sadece başladığım için bitirdim. Sürekli yapılan erotik tasvirler artık midemi bulandırmaya başlamıştı Pan'ın kokusuyla birlikte ama neyse ki kitap bitti. Kendi içinde sürükleyici bir dili vardı da güç bela okuyup bitirebildim. Bence eline alan bıraksın, uzak dursun. Hele ki ben gibi başladığını bitirmek zorunda hisseden biriyseniz kendinizi, uzak durun derim.Unknownnoreply@blogger.com0