15 Aralık 2011 Perşembe

Ayıp etmişim

Bir baktım da aylar geçmiş, ben bloga dokunmamışım. Kabul etmeliyim ki bu süre zarfında pek de iyi bir okuyucu değildim. Daha önce e-kitap formatında okuduğum kitapları satın aldığım için bir de tadını ala ala okumak istedim onları. Mesela Elif Şafak-Araf'ı aldım ve tekrar okudum, altını çize çize. Kitabı istediğim gibi çizmek hoşuma gidiyor ama karalamak demedim bak, çizmek dedim. Bir de başkaları çizmesin tabii, ben çizeyim. Ayrıca Uğultulu Tepeler'i de aldım ve yeniden okudum. Ama biraz ucuzluğa kaçıp Oda Yayınlarından aldım, sakın siz böyle bir hata yapmayın. Korkunç imla hataları, devrik ve ne dediği anlaşılmayan cümleler var.
Bir de İdefix'in kampanyası sayesinde Tolkien'in tüm kitaplarını aldım. Yüzüklerin Efendisi'nin üç cildi bir arada basılmış halini aldıktan sonra bunları da koydum kitaplığıma, değmeyin keyfime diyecektim ama Silmarillion değdi keyfime. Nereye bakarsam bakayım, mükemmel bir kitap olduğu dile getiriliyor, ben de okuduğum bölüme kadar bir Tolkien hastası olarak oldukça etkilendim ama yavaş ilerleyen bir kitap. Çok fazla da isim içeriyor, ayrıca bir karakterin birden fazla ismi ya da lakabı var. Ona başladığım ve başladığımı bitirmeden başka kitaba geçemediğim için epeyce sallandım bu ara.
Bunların dışında marttan beri sanırım yedi kitap okuyabildim ki bu da gerçekten yüz karası bir durum benim için. Okuduklarımı da yakın zamanda paylaşmayı umuyorum.

17 Mart 2011 Perşembe

Notre Dame'ın Kamburu-Victor Hugo

Benim anlamadığım, yayınevlerinin bu kitabı çocuk klasikleri arasında değerlendirmesi. Böyle çocuk kitabı olur mu ya? Sonunu da mutlu sonla değiştirmişlerse hiç şaşmam doğrusu. Ciddi ciddi trajedi var burada.
Önce olumsuz taraflarından bahsedelim.
Kızkardeşim de okumayı sever, benden çok sevmesin. Sefiller'i öve öve bitiremedim ona. Ama başladı, ilk sayfalarda takıldı kaldı. Etme eyleme dedim, giriş biraz sıkıcı da olsa pişman olmayacaksın dedim, ama dinletemedim ve kitabı bıraktı. Ama bu defa neredeyse ona verdiğim öğüdü kendim tutamıyordum.Çünkü sanki Victor amca bir türlü giremedi konuya. Ya da ben bir türlü veremedim kendimi. Sayfalar boyunca bir piyesin ön hazırlık safhasını okuduk. Gerçi o safhada aynı zamanda o zamanın Paris toplumunun epey bir irdelenmesi de vardı alttan alta ama beni çok açmadı.
İkinci olarak Sefiller'de de olduğu gibi yoğun bir Paris tasviri var gene kitapta. Sefiller'de de bir Waterloo Savaşı vardı, bitirmişti beni. Bunda da aynı sorunun sıkıntısını yaşadım doğrusu.
Olumlu yönlere bakacak olursak, çok başrollü bir film gibiydi kitap. Esmeralda'nın etrafındaki erkeklerden her birinin yadsınamayacak rolleri vardı. Kıskanç ve çılgın bir rahip Claude Frollo. "Ona hiç kimse sahip olamayacak." diye söz veriyor kendine ve sözünü de tutuyor. Mecburiyet yüzünden evlenen zavallı bir şair Pierre Gringoire. Hayatı,  Paris'in serserileriyle kesişiyor ve onların kanunları gereği hayatta kalmak için içlerinden biriyle evleniyor. Her güzel kadına aşık bir yüzbaşı Phoebus .Kendisine aşık bir kadını gönül rahatlığıyla ipe gönderen ve nişanlısıyla düğün hazırlıklarına başlayan ruhsuz. Ve çirkinliğiyle aleme nam salmış bir kilise çancısı Quasimodo. Claude Frollo'nun evlatlığı. Yüzüne bakılamayacak kadar çirkin, bir o kadar da sağır. Ama inanılmaz bir şekilde nokta koyuyor hikayesine. Okuyanın kalbini incitecek şekilde.Notre-Dame'ın Kamburu'na yakışır şekilde.
Romanın en önemli noktalarından biri o zamanın işkenceye olan düşkünlüğü, diğeri de Paris halkının o zamanlar taşıdığı batıl inançlar. İnsan dumura uğruyor. O kadar ciddiler ki bu konuda. Mahkemeleri bile büyü iddiaları, cadılık ithamları alıp götürüyor. Bu konuya dair kitaptan küçük bir bölümü paylaşayım. Quasimodo bulunduğunda onu bulan kadınların kendisi hakkında yaptığı yorumlar bunlar :
"- Sadece tek gözü meydanda. Ötekinin üzerinde koca bir et beni var!
- Canım o değil! Tıpkı buna benzeyen bir canavar gizleyen bir yumurtadır o. Onun da içinde başka bir şeytan bulunan küçük bir yumurtası var. Bu böylece sürüp gider.
- Siz bunu nereden biliyorsunuz, kuzum?
- Çok güvenilir bir kaynaktan biliyorum."
İşkenceler ise insanın kanını donduracak cinsten. Suçlulara gerçekten korkunç işkenceler uygulanıyor. İşin garip kısmı kendisine işkence edilen kişileri gelip seyretmek halkın en büyük eğlencelerinden biri. Meydanlar dolup taşıyor idam ya da teşhir direği cezası verildiğinde.
Tam bir 15. yy betimlemesi olan kitapta ana noktayla ilgisi olmayan konular yer alsa da yine de okunulabilirliği son derece yüksek bir kitap.Kitaptan birkaç alıntıyla çenemizi kapatalım:
"On altı yaşında bir meslek sahibi olmak istedim. Sırasıyla her şeyi denedim.Asker oldum pek cesur değildim. Rahip oldum, yeteri kadar dindar değildim...Öğretmenliğe daha çok hevesim vardı. Okuma bilmediğim bir gerçekti fakat bu bir neden değildir. Bir süre sonra farkına vardım ki her şey için bende eksik olan bir şey vardı." (Pierre Gringoire)
"Kadınların saygı gördükleri yerde tanrılar memnundur. Onların hor görüldükleri yerde Tanrı'ya dua etmek faydasızdır." (Claude Frollo)

26 Ocak 2011 Çarşamba

Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi



Çook uzun zamandır ilgimi çeken Wilde, bildiğiniz gibi çeşitli dizilerde kitaplarından bol bol alıntı yapılan bir yazar. İşin acı kısmı, sevgili gençlerimiz bu cânım sözleri o dayılar falan söylüyor sanıyorlar. Meğer sevgili senaristlerimiz yalnızca Wilde'dan alıntı yapıyorlarmış.
Ama Wilde öyle bir yazar ki, gerçekten neredeyse her paragrafa bir aforizma sığdırmış. İnsan sadece okuyup geçerse ciddi anlamda rahatsızlık hissediyor, bir şeyleri eksik bıraktığını düşünüyor. Bu yüzden önceleri otobüste falan okurum diye düşündüğüm Dorian Gray'in Portresi, bir müddet sonra çalışma masamda yerini aldı. Hem okuyup hem not almaya başladım. Ama bu defa da baktım işler yürümüyor, kitap bitmiyor, kitabın arasına bir kağıt sıkıştırdım, not almak istediğim cümlelerin bulunduğu sayfaların numaralarını yazarak kitabın üstesinden gelebildim. Bu yüzden  Dorian Gray'in Portresi'nin emek isteyen bir kitap olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Gelelim kitabımızın konusuna...Dorian Gray, Basil isimli bir ressamın yakın dostu olan fevkalade yakışıklı bir gençtir. Bununla birlikte henüz içinde yaşadığı toplumun çirkin ya da karmaşık yönlerinden de henüz bihaberdir. Her şey kendisine yeni, parlak ve ilgi çekici gelmektedir. Özellikle de yeni fikirlere son derece açıktır. Bu açıklıktan doğan açlığı da ressam Basil'in yakın arkadaşı Lord Henry ile tanışmasının akabinde doyurmaya başlar. Lord Henry garip fikirlerle bezeli bir insandır ve cemiyet hayatında da önemli bir yere sahiptir. Dorian'ın güzelliğine de hayran olmuştur. Her ne kadar Basil, Dorian'ı Henry'den uzak tutmayı denese de başaramaz ve Lord Henry ile Dorian arasında kuvvetli bir arkadaşlık doğar.
Basil, Dorian'ın mükemmel bir portresini yapar. İşte romana adını veren bu portreyi gördüğü an Dorian, ağzından dökülen sözlerle aslında hayatının dönüm noktası olacak takası  yaptığını oldukça geç fark eder. O portrenin gençliğini, güzelliğini her zaman yansıtacağını düşünür, kendisininse eninde sonunda solup gideceğini. Bundan dolayı büyük bir kedere kapılarak: "Ah keşke bunun tersi olsaydı! Resim değişseydi de ben hep olduğum gibi kalabilseydim!" der. Ve isteği kabul edilir. Ardından nice pisliklere dalıp çıkar Dorian,katil olur, hayatta tatmadığı zevk kalmaz, zevklerin yetersiz geldiği noktada sefillikle, pislikle karışık hazlara dalmaya başlar. Ama hayat kendinden hiçbir şey götürmezken portre yaşlanmakta, çirkinleşmekte, iğrençleşmektedir. Öyle ki Dorian onu görmeye katlanamaz hale gelir. Bir gün portreyi parçalamaya karar verir ve bu aynı zamanda kendi hayatının da sonu olur.
Kitapta pek çok aforizmanın yer aldığına o kadar çok değindikten sonra birkaçına yer vermeden olmaz tabii ki. Sadece birkaçını yazıyorum çünkü kendim de hepsini henüz not alamadım:
  • “Gerçek güzellik ,entelektüel ifadenin başladığı yerde biter . Akıl kendi içinde bir aşırılıktır ve herhangi bir yüzün uyumunu yok eder. İnsan oturup düşündüğü an sırf burun, sırf alın ya da korkunç bir şey haline gelir. Okumuşlar arasında başarılı olanlara bir bak. Nasıl da baştan aşağı iğrençtir onlar. Elbette Kilise bunun dışındadır. Ne var ki kilisede de düşünmezler. Seksen yaşında bir piskopos on sekiz yaşında ona söylemesi öğretilen şeyleri söylemeye devam eder, bunun doğal sonucu olarak da her zaman sevimli görünür.” (Lord Henry)
  • “Bütün bedensel ve entelektüel üstünlüklerde bir uğursuzluk gizlidir, tarih boyunca kralların sarsak adımlarını izleyen türden bir uğursuzluk. Başkalarından farklı olmamak en iyisi. Hayatın en iyi yanlarından çirkinlerle budalalar nasipleniyor. Yan gelip oturabilir, yaşam denen oyunu esneye esneye seyredebilirler. Zafer kazanmak denen şeyi bilmeseler bile hiç olmazsa yenilginin acısını duymaktan da kurtulmuşlardır. Hepimizin yaşaması gerektiği gibi kaygısız, kayıtsız, kıllarını kıpırdatmadan yaşarlar. Ne başkasının mahvına yol açarlar, ne de onun bunun elinden kötülük görürler. Senin unvanın ve zenginliğin Harry, benim değerleri ne olursa olsun sanatım ve aklım, Dorian Gray’in güzelliği… Tanrıların bize verdikleri bu şeylerden dolayı acı çekeceğiz, korkunç acılar çekeceğiz.” (Basil)
  •  “Bilinçle korkaklık gerçekte aynı şeylerdir. Bilinç, şirketin piyasada bilinen adıdır.” (H.)
  •  “Arkadaşlarımı güzel insanlar, tanıdıklarımı iyi karakterliler, düşmanlarımı parlak zekalılar arasından seçerim. İnsan düşmanlarını seçerken çok dikkatli olmalı. Benim bir tane bile aptal düşmanım yoktur. Hepsi de belli bir düşünce gücüne sahiptir, bu yüzden de benim değerimi bilirler. Bu benim çok mu kibirli olduğumu gösterir? Sanırım, öyle galiba.” (Henry)
  • “Akrabalarımdan tiksinmekten kendimi alamıyorum. Sanırım bu bizimle aynı kusurlara sahip başka insanlara katlanamadığımız gerçeğinden kaynaklanıyor.” (H.)
  •  “Deha’nın Güzellik’ten daha uzun ömürlü olduğuna hiç kuşku yok. Hepimizin kendimizi aşırı derecede eğitmek uğruna göze aldığımız sıkıntıların nedeni budur. Amansız yaşam savaşında, hepimiz dayanıklı bir şeylere sahip olmak isteriz, bu yüzden de yaşam kavgasındaki yerimizden olmamak gibi saçma bir umutla kafamızı saçma sapan şeylerle, olgularla doldururuz. Bütünüyle iyi bilgilenmiş adamın kafasıysa korkunç bir şeydir. Ivır zıvır satan eskici dükkanına benzer, baştan aşağı tozdan ve eciş bücüş şeylerden geçilmez. Her şeye gerçek değerinden fazla fiyat konulmuştur.” (H.)
  • Bugünlerde herkes bir şeyin fiyatını biliyor ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor.
  • Erkekler yorgun düştükleri için evlenirler, kadınlar ise meraktan.
  • Vefa… mülkiyet tutkusu var içinde. Başkalarının alacağından korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var.